Tamam da nasıl büyük şair olunuyor, mübarek Nobel Ödülü mü almış, şiirleri dillerden dillere mi dolaşıyor, bir tutturdun büyük diye, hele bir anlat! Yoksa büyük derken iri cüsseli mi? Diyeceksiniz. Anlatayım: Bizim büyük şairin şiirleri anlaşılırlıktan çok anlaşılmazlıklarla yüklü. Ne güldürüyor, ne öldürüyor. Bir iç sıkıntısı, bir karamsarlık, bir saçmalık. Nasıl oluyor? Yani şöyle; vıttırı vızzık şiir yazıyor onun için büyüklüğü. Kişiliksiz değersiz kalitesiz şiirler. Uydur uydur yaz, uydur uydur söyle ki karşı da ki de bir şey anlamasın. Zaten karşısındaki okurun anlamaması önemli. Hava-civa anlamsız kelimeleri bir araya getir.
Büyük şair derken iri yarı büyük biri aklınıza gelmesin, gelebilir de bir insanın iri yarı veya ufak boylu olması onun sanatı ile ilgili de değildir, cüssesi ile ilgilidir.
Yazdığı şiirleri dergilere gönderiyor yayınlanmıyor, mahalli gazeteler öylesine. Olmadı kitap bastırır. Kitaplı şair. Vavvv! Kitap bastırsa ne olacak? Okunmadıktan sonra. Bir de efelenecek çevrene de küçümseyerek bakıp selam sabah almayacak hatta selam verene de kafanı çevireceksin ki işte o zaman büyük şair olacaksın ki seni gören “derya-deniz” diyecek, büyük şair bu! Büyük şair, şair-i azam öyle birisi ki kimse ismini bilmiyor, şair-i azam o kadar. Adam sultana selam vermiyor; verilen selamı da zaten almıyor. Büyüklük öyle olur. Kendini toplumdan soyutlamakla. Vayy be! Büyyük şair, koca şair, üstad, şair-i azam.
Şiire hevesli Şair Şakir ise yeni yeni şiirleri yayınlanmakta, Büyük Şair yolda Şakir’i görür görmez, gazetede onun şiirleri yayınlanıyor, dergilerde şiirleri benden çok yayınlanıyor diye içindeki çekememezlikle:
“Vayyy Şakirciğim vayyy!” diyor.
Şair Şakir etrafına şaşkın şaşkın bakıyor.
Büyük şair:
“Sensin o! Vayyy efendim vayyy!”
Şair Şakir:
“Kimmişim efendim?”
Büyük şair:
“Vayyy efendim! Üstadımmm! Sizzzz! Sizzz Şair Şakir değil misiniz?”
Şair Şakir:
“Evet benim!”
Büyük şair:
“Gazetede ki resminizden tanıdım sizi. Her gün şiirlerinizi okuyorum kardeşim.” Ben sizin şiirlerinizin hayranıyım, hayranınızım.”
Şair Şakir;
“Aman efendim, estağfurullah!”
Büyük şair:
“Çok güzel yazıyorsunuz!”
Şair Şakir:
“Teveccühünüz”
Büyük şair:
“Gelin size parkta bir çay söyleyeyim” dedi
Şair Şakir:
“Çay alayım” dedi
Büyük şair:
“O ne güzel şiirler efendimmm! O ne güzel şiirler öyle…”
Sultana selam vermeyen, kimseyle konuşmayan, bu asık suratlı, kendini beğenmiş acaba neden böyle davranıyordu, yoksa kafası mı iyiydi? Akşamdan mı kalmaydı, yoksa akşam olmadan sabahtan mı kafayı çekmişti. Her neyse ne. Birazdan çaylar da geldi. Acaba bu çay söylemesinin ardından da ne gelecekti. Sultana selam vermeyen bu kasıntının mutlaka ama mutlaka bir çıkarı olmalıydı. Mutlaka bunun da bir çıkarı vardı ki deminden bu yana “aman efendim, yaman efendim,” diyerek boş yere şiirlerini ve kendisini övüyordu.
Büyük şair : “Ben de şiir yazıyorum, fakat yayınlanmıyor…”
Şair Şakir: “Üzülmeyin dedi sizin yazdığınız şiirler de yayınlanır… “ Dedi, oysa içinden “Gün gelir siz bizi de geçersiniz saçma sapan kimsenin anlamadığı, uyduruk, vıttırı vızzık şiirler yazıyorsun. Saçma sapan şiirler…Şiirler ne kadar anlaşılmaz olursa herkes kendine göre bir yorum yapıyor…” Diye içinden geçiriyordu ki, Büyük şair: “isterseniz bir şiirimi okuyayım” beğeneceksiniz dedi.
“Tabii” okuyun dedi, isteksizce.
Büyük Şair:
Karanlık gün olmuş
Günde karanlık,
Dağlarım devrilmiş olmuş deniz
Gökyüzüm kararmış nerde benim günüm eyyy!,
***
Oy dağlar oyyy, oyyy!
Gelin oturmuş kız ağlar,
Vay nenem vay vay vay!!
Vurun beni eyy eyyy!
Bunlar neydi böyle. Bir dinledi iki dinledi. Olacak bitecek gibi değil. Sarhoş mu, bir hoş mu? Bir hoş olduğu belli de, sarhoşluğundan pek emin değilim. Çok içtiği de söylenir. İçip içip mi şiir yazıyor, yoksa yine sarhoş da sarhoş kafayla mı şiir okuyordu. İçerse içsin bana ne, beni ilgilendirmez de yeter ki kafa ütülemesin, kafa şişirmesin! Böyle şiir mi olur, olmamış işte. İnsanda kafa beyin koymadı, ardı ardına şiir diye yazdıklarını okuyor. Çay bitti. Bir çay daha. Garson gelince susuyor. Sonra yeniden. Offf! Bitmiyor. Bir de ısrarcı. Her okuduğu bittiğinde de “nasıl buldun?” diye sormaz mı. İlla ki onaylatacak. Şiirleri beş para etmez. Bir ara: “Ağbi, bunlarda doğru düzgün kafiye yok, biraz da şey gibi anlamsız gibi…”
Büyük Şair: “Bunları otururken şimdi yazdım. Evet, Bende hece, vezin, kafiye yok. Aklıma geldiği gibi yazarım ben. Bu bendeki bir yetenek…”
Şair Şakir içinden: ”Senin şiirine de yeteneğine de …” diyecek oldu.
Büyük şair işkembeden atıyor, yazdıklarına da şiir diyordu. Daha ne şiir diye neler okudu neler. Artık siz anlayın! Yine de insan kıyamıyor işte. Bunun ki belki de şiir diye yazdığı yazabileceği uydurduğu şeyler beyninin son hayal kırıntılarıdır. Bunların beğenilmeyeceğini, değerinin olmadığını öğrendiği an belki de hayatının en büyük acısını yaşayacaktı. Kalbini de kırmak istemiyordu.
Şair Şakir: “Çok güzel şiirler, çok güzel!” dedi
Güzel şiirler onayını da alınca Büyük Şair o hızla bir şiir daha okudu, sonra bir şiir daha derken, Şair Şakir’in çalan cep telefonu imdadına yetişti.” Senin şiirlerini dinlemeyi çok isterdim ama kusura bakma bir toplantım vardı, oraya gideceğim” diyerek hızla yanından ayrıldı.
Ardından Büyük Şair: Bunu saymam, bu olmadı, yine görüşelim diyordu,
(17/08/2024-AKŞEHİR)