Sabahleyin saat daha altı bile değildi. Baharın çiçeği, böceğiyle doğaya yerleştiği günlerde Kütüphaneler Haftası nedeniyle Bodrum Marmara Koleji’ne doğru yol alıyorduk.
Arma Kitabevi’nden Güler Özger beni Karşıyaka’dan aldı, yola koyulduk. Gün doğum sancısı çekiyordu. Çevre henüz aydınlanmamış, gri örtüyü kaldırmaya çalışıyordu bir güç. Sakin bir ortamda yol alırken gri örtü gücünü yitirmiş, aydınlığa teslim olmak üzereydi. Doğu yönünde bir kıpırdanma, kırmızı bir yüz kendini gösterdi. Doğum gerçekleşmiş, gözleri alan bir ne masalsı meyve doğmuştu. Şahane manzaradan epey süre gözümüzü alamadık. Güler Hanım’a, Nemrut Dağı’nda güneşin doğuşunu anlattım…
Doğa kişiliğine kavuşmuştu. Yeşili yeşil, alı al, moru mor görmenin mutluluğunu yaşıyorduk. Masalsı meyve güneş, doğaya en güzel makyajını yapmıştı. Sabahın ilk saatleriyle birlikte bir telaş almış başını gidiyordu. Kuşlar taklalar atarcasına yeni gelen günü coşkuyla karşıladılar. Doğaya hareket geldi. Küçük evlerden çıkan insanlar, harekete çeşitlilik kattılar. Doğadaki buğuya, evlerin bacasından çıkan dumanlar karışıyordu. Papatyalar bir halı gibi dizilmişti. Basmaya kıyamayacağınız bir halı. Sarı, mor, kırmızı renkli çiçeklerin güzelliği renk ahengi yaratıyordu doğada. Ağaçların çiçekleri renk çeşitliliğini artırıyordu. Doğa ananın çizdiği sonsuz bir tabloda yol alıyorduk. İnsana yaşama sevinci veren görüntüler…
Bafa Gölü’ne gelmiştik. Her zaman olduğu gibi kahvaltı için göl kıyısında yerimizi almıştık. Doğal ürünlerle masamız süslendi. Ay Tanrıçası Selene, gölü temizlemişti. Göl duru bir çehreyle karşılıyordu bizi. Kuş seslerinin sesi kulaklarımızda yankılanırken, kırlangıçlar dans edercesine uçuşuyordu. Göldeki ördek, karabataklar, balıkçıllar sabah mahmurluğunu atamamışlardı üzerlerinden…
Bodrum’a doğru yol alıp Marmara Koleji’ne ulaşmıştık. Okul Müdür Ebru Ergüney, her zamanki konukseverliğiyle karşıladı bizleri. Hareketli, yerinde duramayan, cıvıl cıvıl bir insan. Çalışmak insana ancak bu denli yakışır diyebileceğimiz, güzel bir yönetici Ebru Ergüney. Yanında Yeşim Hanım vardı. Daha odaya adım atar atmaz, şakalar, gülüşmeler başlamıştı. Çaylar, kahveler, sıcacık sohbet epey sürdü…
Müdür yardımcısı Deniz Sırmaçek de katıldı bizlere. Eğitim, öğretim, İzmir’de, Bodrum’da yaşam derken söyleşi zamanımız gelmişti. Deniz Hanım, beni sahneye davet etti. Öğrencilerin de katılımıyla unutulmaz bir söyleşi gerçekleştirdik. Minik bir yüreğin büyük sevgi ve coşkuyla sunduğu çiçek o an bana bir orman gibi geldi. Söyleşiden sonra imzaya geçildi. Geçen yıl aynı okulda çalıştığımız Nihan Çember beni görünce nasıl da şaşırdı. Ayaküstü özlem giderdik. Okulundan memnun olduğunu dillendiriyordu. Okul gerçekten de her yönüyle güzeldi. Hele yöneticileri, öğretmenleri daha bir güzelleştiriyordu sevimli eğitim yuvasını.
Çocuklarla söyleşip kitaplarını imzalarken on-on beş yıl öncesinden Asude Özcan adlı öğrencimle aynı okulda karşılaştık. İngilizce öğretmeni olmuş, nasıl da sevindik bir bilseniz. Biz eğitimcilerin en büyük mutluluğu yetiştirdiğimiz öğrencilerimiz. Eski günlere özlemle konuştuk…
Okulda nasıl karşılandıysak aynı şekilde uğurlandık. Tatlı bir yorgunlukla yol alıyorduk İzmir’e doğru. Güneş elini eteğini doğadan çekmek üzereydi. Öğretmen arkadaşlardan Elif Binzat telefonla aradı bir şey sormak için. Bodrum’dan dönüyoruz deyince, Bodrum mu, sorusundaki şaşkınlığında Bodrum’a olan özlemini yakaladım.
Sabahleyin büyük bir çabayla çekilen gri örtü yavaş yavaş doğaya egemen olurken İzmir’e varmak için bir iki saatimiz kalmıştı. Yol alırken akşam güzelliğini izlemek ayrı ve başka bir keyifti bizler için…