Bir temmuz sabahı. Kaç yıl önceydi. Ben diyeyim otuz, sen söyle otuz beş yıl. Şenliklere birkaç gün var. Sıcak. Tembellik çökmüş. Bıkkınlık. Sabahtan kalkmışım. Köşe başından bakkaldan Gırgır Dergisi alacağım belki de Fırt Mizah Dergisini. Belki bir gazete. Oradan da Pervasız Gazetesi’ne son yazdığım bir şiiri vereceğim. Ahmet Abi’nin yanına gideceğim şöyle bir şiire göz gezdirerek “Fikret şu şiiri yarınki gazeteye koyun!” diyecek. Dizgici Fikret yorgun argın karşı baskı makinesinin yanından gelecek. Sabah erkenden kalktım. Güneş Sultan Dağları’nın ardından doğdu doğacak. Gazeteler henüz gelmemiş. Horoz sesleri uzun kısa birbirini takip ediyor. Çay Mahallesi’nde horozların ötüş sesleri yankılanıyor. Cumhuriyet İlkokulu’nun önünden yürüyorum. Bir kedi çöp kutusunun içinden çıkıyor.
Okulun karşısında Erkök Avcıoğlu’nu görüyorum. O sıcacık sesiyle “Baban Sodacı Kadir’i ben çok severdim. Bizim üniversitede okurken faytonuyla kardeşimi ve beni istasyona götürürdü. Dünyada tanıdığım en iyi insandı…” diyor. O sesindeki sıcaklığı hissedebiliyorum.
Sezer Odabaşıoğlu, Taner Cebe, Erşan Başar ve Tarıman Cenikoğlu okulun aşağısından yukarıya doğru çıkıyor.
Ahmet Şener ve Yaşar Cenikoğlu Cumhuriyet İlkokulu’nun köşe başında karşılaşıp selamlaştılar.
Faytoncu Sabri Ilgın’a faytonu ile kimi götürmüş de dönüyor.
Aklımda anılar uçuşuyor. Anıların güzelliğinde geçmişe doğru yürüyorum. Düşünüyorum. Dostoyevski’nin bir sözü “insan düşünen bir yaratıktır” diyor. Doğrudur. Yürürken düşünüyorum. İnsan düşünür, yürürken, konuşurken. Düşününce de neler düşünmez ki? Bazen geçmişi düşünür, bazen geleceği, daha neleri neleri.
Nazım’ın şiiri aklıma geliyor. “Yaşamak güzel şey!” Diyor. Evet güzel. İnsanın ömrü olmalı da yaşamalı. Ama güzel yaşamalı!
Sonra sonra Orhan Veli Kanık’ın “Gelirli Şiiri” aklıma geliyor.
İstanbul'dan ayva da gelir, nar gelir,
Döndüm baktım, bir edalı yâr gelir,
Gelir desen dar gelir;
Gün aşırı alacaklılar gelir.
Anam anam,
Dayanamam,
Bu iş bana zor gelir.
Yaşamak güzel şey ama aması var! Neyse yürüyorum yokuş aşağı, bazen insan kendine inanamıyor. Başka başka insan oluyor. Konuşurken, yürürken, otururken. Nerede başlar anılar nerede biter ki?
Bir yolculuktaydım. Yıllar öncesine giden bir yolculukta. Yanımdaydı yanı başımdaydı. Çocuktu, delikanlıydı, orta yaşlıydı. Mutluydu, üzüntülüydü. Bilemiyordum ki ruh halini. Yıllar öncesi, mizah öyküsü yarışması var dediler. Yarışmaya katıldı. Yürüdü öyle. Turizm Derneğine girdi. Elinde kocaman bir zarf içerisinde yazdığı öykünün dört nüshası. Masanın üzerinde beyaz saçlı bir adam oturuyordu. Küçük boylu birisi. Mizah öyküsü yazarıydı. Görünce hemen tanıdı. Bembeyaz saçları vardı. İnanmayacaksınız fakat masanın üzerinde oturmuştu. Onun karşısında da yine Türkiye’nin en ünlü mizah öyküsü yazarı. Önce beyaz saçlı ile tanıştı, sonra masanın yanındaki sandalye de oturan ile. Mizah öyküsü yazmıştı. Derneğin en yetkilisine dernek başkanına elindeki zarfı verdi. Bir çay içti. Beyaz saçlı adamın kitaplarının çoğunu okumuştu, yanındaki mizah öyküsü yazarının da. Masa kenarında oturan öykü yarışmasında jüriydi. Sonra bir de şair vardı, jürinin içerisinde, bu şairi de tanıyordu. Öyküsünü okumuş, güzel bulmuştu. “Senin öykünü okudum. Zaten senin yazım tarzını biliyorum, güzel bir öykü olmuş!” demişti,
Gel zaman git zaman, zaman geçti. Yaşadık diyoruz, yaşıyoruz da. Bilmiyorum işte biraz sonra bu yazdığım an da geçmiş olacak, dünü anlattığım gibi. Yaşamaya mı geliyoruz, zamanı öldürmeye, sonunda da kendimizi öldürmeye mi? Bilmiyorum ki! Bir gün gelecek, mizah yazarları da ölecek, şairi de bu yazıları yazan da. Mizah öyküsü yazarları da öldü, şair de Allah rahmet eylesin, her üçüne de. Bir gün gelecek hepimiz öleceğiz değil mi! Amenna!
Bir öğle sonu, mizah öykümü bırakmıştı. İki mizah öyküsü yazarı ile tanışmış, şairle zaten tanışıyor, arada oturup muhabbet etmiyor değildi. Sonra gün geldi, öykü yarışması sonuçları açıklandı. Türkiye’de en çok kitabı okunan mizah yazarından katıldığı öyküye seksen puan verildiğini, tanıdık şairin kendisine sıfır puan verdiğini öğrenmişti.
Böyleydi işte, insanları tanıyamazsın, bilemezsin. Kolay değildir insanı tanımak. Bazen insanların şairliği ile yazarlığı ile eylem ve davranışları birbirine uymaz, tutarsızdır. O nasıl böyle şey yapar dersiniz? O böyle insan değil dersiniz, fakat öyledir işte. İnsan olmanın onuru ve gururu olması gerekir. Eğer ki yalansız dolansız, dosdoğru bir kişilik ve karaktere sahipsek, bunun değeri ve bilinci içerisinde olmalıyız, insansak, insan onuru taşıyabiliyor isek.