BAS GAZA!

Mavi Bahçe’de üç arkadaş oturduk çay içiyoruz. Afyon-Akşehir minibüslerinde muavin olarak çalışan Mustafa beni görmüş olacak ki masanın kenarına gelerek; “Selamünaleyküm.” dedi.

Arkadaşlarla birlikte selamını aldık; “Aleykümselam.”

“Ne yapıyorsunuz?”

“Oturuyoruz” dedim.

Diğer iki arkadaşım sohbete dalmışlar, muavinle pek ilgilenmiyorlardı. Muavin Mustafa bana dönerek; “İşin var mı?”  “Ne işim olsun?” dedim, vakit geçiriyorum. Muavin atılarak:

-Gelin de sizi yeni aldığım arabamla gezdireyim. Bir Hıdırlık, Kent Ormanı filan yaparız.

Masada oturan iki arkadaş; “Siz gidin” dediler. Pek gelmeye gönülleri yoktu.

Muavin Mustafa benim Çay Mahallesi’nden çocukluk arkadaşım. Yılların da muavini, şoförlüğü de var, çocuk yıllarca çalışa çalışa demek para biriktirmiş ki kendisine bir araba alabilmiş, aferin Mustafa’ya.

-Ne zaman aldın arabayı? Yeni mi?

Güldü; “Yeniyi kim kaybetmiş de biz alalım. Yeni arabayı alacak para nerde?”

Çay paralarını ödeyip masadan ayrıldık. Mavi Bahçe Parkı’nın yanında Kaymakamlık binası var, diğer tarafta Noterlik Binası, Avukatlık Büroları, sergi açmış bir manav, büyük bir otel, sıra sıra dizili arabalar, Adliye Binası derken, gözlerim sıra sıra dizili arabalarda, dayanamayarak:

“Araban” dedim, “Senin araban hangisi?”

“İşte!” dedi. Şaşkınlıkla; “Bu mu?” dedim. Tekrar; “İşte bu!” dedi.

“Dalga geçme!” demişim. “Döküntü bu, hurda. Bu ölmüş de ağlayanı yok. Şuna bir bak. Kaportada boya yok, daha doğrusu kaporta da yok. Güneşten rengi solmuş araçta renk yok, kapılar da eğreti duruyor. Ohooo! Arka farlardan birisi yok. Lastikler desen kabak. Bu ne yahu! Otuz yıllık bir Hacı Murat.”

Mustafa; “Bin” dedi, “Sen hele bin, öyle göründüğüne bakma. Seninle güzel bir gün geçirelim.”

Aracın kapısını çektim, açılmıyor. İki elimle asılıyorum, ayağımı kapıya yasladım, asılıyorum, nafile; açılacak gibi değil. Mustafa aracın içerisinden bağırıyor: “Durrr! Oradan giremezsin, o kapı arızalı. Arka kapıdan girrr!”

-Bu aracın neresi sağlam?

“Öyle göründüğüne bakma” diyor. Zorla arka kapıyı açarak ön koltuğa Mustafa’nın yanına oturuyorum. “Kemerini tak” diyor, “Uçacağız.”

“Güldürme beni” diyorum, “Bırak uçmayı, ben bunun çalışacağından bile şüpheliyim.”

Araba çalışıyor, öyle bir çalışıyor ki egzozundan da öyle bir ses geliyor ki yeri göğü inletiyor. “Bismillah” diyerek Akşehir yollarında Hacı Murat’la tıkır tıkır gidiyoruz. Mustafa, Afyon yoluna doğru vuruyor arabayı; her gün gidip geldiği, çukurunu tümseğini bildiği yollar. Muavin Mustafa, Hacı Murat’tan daha iyi bir araba gördüğünde iyiden iyiye sola doğru yanaşarak yol veriyor, vermezse de zaten geçecekler.

Fakat araç o kadar güzel çalışıyordu ki. Arkamızdan gelen son model araçlardan birisinden; “Çöplüğe mi?” diye bir ses geldi. Yine başka bir araçtan; “Nasıl oluyor da bu araç yürüyor?”  Yine başka birisinden; “Bu külüstürün trafiğe çıkmasına kim izin verdi?” gibi sesler geliyordu.

Mustafa sonunda dayanamayarak; “Senin aracına bu beş basar!” dedi. Yandaki son model araçtan bir baş uzanarak; “Yolu işgal etme, çekil. Çekil de geçelim” dedi. Muavin Mustafa; “Geçin, geçin buyurun!” dedi ama bir yandan da “Ben size şimdi gösteririm” diyordu.

Geçtiler. Mustafa bu, durur mu? Gaza ayağının ucuyla dokundu, sanırsın Hacı Murat kamçılanan at gibi bir şaha kalktı ki sanki depar atıyordu. Hayretler içerisinde kaldım, otuz otuz beş yıllık Hacı Murat’ın bu hızı nasıl yaptığını merak ediyordum. Son model araç ve Hacı Murat artık Akşehir-Afyonkarahisar yolu üzerindeydi. Muavin Mustafa’yı hiç bu kadar sinirli görmemiştim. Bastıkça gaza basıyordu. Sonunda yandaki araçla yan yana gidiyorduk. “Mustafa araba dağılacak” diyordum, Mustafa:

-….

Bir ara uzun bir müddet son model araçla yan yana gidiyorduk. Gözüm bir ara aracın hız ibresine takıldı. Araç hızlandıkça hızlanıyordu. Sanki aracın tekerlekleri yerden kesilmiş de uçacak gibi gidiyorduk, artık ne kadar hızla gittiğimizi bilmiyorum, yüzüm gözüm sararmış, korkudan koltuğa sarılmıştım ki yandan geçen araç bizi öylesine bir solladı ki geçerken gülerek geçiyorlardı.

Bu gülmeleri bana da dokunmuş olacak ki; “Bas gaza!” demişim, “Bas gaza!”

Mustafa sinirden; “Onlar bizi geçemez” diyordu, “Geçemezzz!”

“Geçtiler” dedim, “Geçemezler” diye tekrarladı.

-Son model araçları var altlarında.

Mustafa sinirden; “Bak şimdi” dedi, gaza öyle bir bastı, öyle bir el çabukluğuyla vites değiştirdi ki artık bilmiyorum. Araç öyle bir hızlandı, öylesine bir kuş oldu kanatlandı ki ibresinin yüz yirmisinden sonrasını göremedim, Arkamızda ne bizimle yarışa tutup bize gülerek geçen son model araba, ne de bizim önümüzde hızla giden araçları görebildik, Artık yol tamamıyla bize aitti.

Biraz ileride yavaşladı, ama benim de içim dışıma çıkmıştı. “Mustafa” dedim, “Otuz yıllık hayatımda böyle ne bir araç gördüm ne de bu kadar hız yapanını duydum.”

Mustafa:

-…

Neden sonra Afyonkarahisar’a yirmi kilometre kadar uzaklıkta bir dinlenme tesisinde durduk. Bizimle yarışa tutuşan son model arabada birazdan geldi. Toz toprak içerisinde araçtan indiler. Biraz önce bizi son model araçla sırıtarak geçen, aracından inerek:

-Nasıl oldu da bizi geçtin?

“Anlayamadın mı? Motorunu modifiye yaptırdım. Geçsin artık o kadar masraf yaptım” dedi.

On dakika içerisinde trafik polis aracı geldi. Uzun uzun aracı inceledikten sonra araçtaki değişikliklerin kanun ve mevzuata uygun hale getirilinceye kadar aracı trafikten menetti.

Afyonkarahisar’dan Akşehir’e gelen başka bir araçla geldik. Muavin Mustafa mı? Araçtaki değişiklikleri kanun ve mevzuata uygun hale getirmeye çalışıyor.

{ "vars": { "account": "G-5Z2CE4T8R8" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }