Azra, 9 yaşında bir kız çocuğuydu. Azra’nın her şeyi vardı. Pahalı eşyaları, lüks bir evleri, ailesi vardı. Sağlığı yerindeydi, ayrıca derslerinde de çok başarılıydı. Fakat Azra hiçbir zaman mutlu olamıyordu. Çünkü onun yaşadığı şehre asla yağmur yağmıyordu. Aslında onun tek hayali, birazcık da olsa gökyüzündeki masmavi bulutlardan küçük bir yağmur damlasının yere düşmesiydi.
Azra bu yüzden çok üzülüyordu. Yağmura hasret bir çocuk olarak büyüdü hep. Ailesi ne yaparsa yapsın, ne alırsa alsın hep bir tarafı eksikti. Her zaman buğulu camın ardından bakar; “Yüce Allah’ım ne olur bugün şu güzel evrene bir neşe getir, bir damla yağmur indir” diye her zaman üzgün ama umutlu bir ruh haliyle dua ederdi. Onun için özellikle aşırı sıcak ve kurak geçen yaz günleri, büyük bir kabustu. Bir sabah yine baktı pencereye yarı uyanık gözleriyle. Bir de ne görsün! Yerler çok hafif yağmur serpilmiş gibi ıslak. Deniz mavisi gözlerini kırpıştırdı birkaç kez. Doğru görmüştü. Yerler ıslaktı, sonra etrafa bakınırken bir de ne görsün! O yağmur suyu sandığı ıslaklık, aslında karşı bakkalın kendi dükkanını yıkarken oraya sızan suyun ıslaklığıydı. Yine hayal kırıklığına uğramıştı. Zaten hep böyle oluyordu. Her seferinde yeryüzüne yağmur iniyor sanıp umutlanır umutlanır, sonra hayal kırıklığına uğrardı. Bitmez tükenmez bir umudu vardı. Yağmuru bekleyen umuduna sarılırdı her gün. Ama o umut git gide umutsuzluğa dönüşüyordu. Azra ağlayacak gibi oldu bir an. Yine çok üzgündü. Artık onu kimse mutlu edemezdi.
Bir gün ailesi onu teselli etmek için konuştu. Annesi; “Kızım, bak buraya yağmur yağmıyor. Ama biliyorsun ki bu Allah’ın işi. Yani biz buna karışamayız. Artık vaz mı geçsen bu hayallerinden? Yani tabi ki bir gün yağabilir, ama bu bir ihtimal, kimse bunu bilemez. Bekleyip görmeliyiz.” dedi. Azra; “Anne istersek meteoroloji yağmur yağdıramaz mı? Siz anlaşsanız yağmur yağdırsalar olur mu? Lütfen!“ deyince herkes şaşırdı. Annesi şaşkın bir halde; “Kızım hiç olur mu öyle şey? Bu Allah’ın işi, biz müdahale edemeyiz.” dedi. Azra; “Baba neden taşınmıyoruz o zaman, çok yağmur yağan bir yere gidelim.” deyince babası;”Kızım biliyorsun ki ben burada çalışıyorum, işim burada. Başka bir yere gidemeyiz. Hem dedenler, teyzenler, halanlar da burada yaşıyor. Tatilde sizi bir günlük yağmur olan bir yere götürmeyi çok isterdim, ama işlerim çok yoğun, durmadan çalışıyorum maalesef.” deyince Azra’nın suratı yine asıldı.
Bir gece Azra kitabını okuduktan sonra tam uykuya dalacaktı ki gök gürleme sesleriyle irkildi. Azra, o gece gök gürültüsünden sabaha kadar uyuyamadı. O gün çok umutluydu. Sabah uyandığında yağmurun şırıltısını duydu. Yatağından adeta bir ok gibi fırlayarak buğulu camdan dışarı baktı. Nasıl olur? Yağmur yağıyordu. Gözlerine inanamadı, deniz mavisi gözlerini minik elleriyle ovalayıp bir daha baktı camdan. Bu rüya değil, gerçekti. Sonunda olmuştu, en büyük hayali gerçekleşmişti. Hemen dışarı çıkıp atıştıran yağmurun altında eliyle hafif nemlenmiş, parmakları arasından dökülen toprağı avuçladı. Islanmıştı toprak da. Azra o gün yağmursuz günlerin acısını çıkarırcasına saatlerce yağmurun altında gezdi, koştu, oynadı. Bulutlara seslendi bir ara; “Teşekkür ediyorum, biliyordum sesimi duyacağınızı, çok teşekkür ediyorum.” Aylar sonra kavuştuğu yağmurun altında ıslanarak tadını çıkardı. Çok mutluydu o gün. Keyfini hiçbir şey bozamazdı. Onun hayali artık bir gerçekti…