Yaklaşık 10 yıl önceydi, Akşehir Ticaret Odası’nın düzenlediği Almanya, Hollanda ve Belçika’yı kapsayan gezi programına iştirak etmiştim.
Önceliğimiz, Almanya’nın Hannover şehrindeki tarım fuarı olmasına rağmen bu ülkelerde tarım ve hayvancılıkla ilgili ziyaretlerde de bulunmuştuk. En çok dikkatimizi çeken, Hollanda’nın neredeyse her köyünde kurulmuş olan kooperatif faaliyetleriydi. Gurubumuza bu kooperatiflerin çalışmaları hakkında sunum yapıldı.
Bulunduğumuz köyün içinden tren yolu geçiyordu ve bu tren yolunun sıfır noktasında, hububat ve yem siloları kuruluydu. Çiftçiler ürünlerini ortak oldukları kooperatif aracılığı ile bu istasyondan nakliyesini yaparak pazarlıyorlarmış.
Ayrıca yine bu noktada köylülerin hırdavat, gıda, tekstil ve gübre gibi ihtiyaçlarının da makul fiyatlara satışını yapan, kooperatif bünyesinde kurdukları marketleri vardı. Buradan yaptıkları alışverişlerin hesabını, dönem sonunda teslim ettikleri ürünlerin bedelini alırken görüyorlarmış.
O sistemde ürünler elden ele dolaşmadığından, köylüyü sömüren ya da dolandıran aracılar barınamıyor ve dolayısıyla tüketiciler de pahalıya ürün almamış oluyorlar.
Kooperatif yönetimi, hiçbir durumda uyanıkların eline geçmeyecek bir sistemle korunuyor. Çünkü sistem çalmaya müsait değil ve haliyle zarar etme imkanı da yok. Bugüne kadar hiç yaşanmamış ama velev ki olağanüstü bir durum oldu ve kooperatif zarar etti, işte o zaman devlet sistemdeki hatayı bularak düzeltir ve tekrar düze çıkartırmış.
Ekilip dikilecek ürünleri; ülkenin coğrafi durumuna, akarsularına ve yer altı sularının rezervlerine göre planlamışlar. Her aklına esen istediği ürünü istediği yerde ekip, dikemiyor.
Tarımın can damarı olan su kaynakları, en doğru şekilde kullanılıyor. İhtiyaçlarını bugüne göre hesap edelerken, gelecek nesilleri de bu hesaplara dahil ediyorlar.
Arazilerin bölünmesine müsaade edilmiyor. Onların çiftçileri, ekip dikmeden “tarla parası” adı altında, boş tarlaya öyle yattıkları yerden para alamıyorlar.
Arazilerine buğday ektikleri halde arpa, yonca ektikleri halde sebze göstererek teşvik alamıyorlar.
Aynı gezide 400 başlık süt ineği işletmesini gezerken, biz ve onların mevcut durumlarını düşündüm. Gezdiğimiz tesis, bizdeki gibi hibe karşılığı abartılarak yaptırılan tesislere hiç benzemiyordu. En az maliyetle kurulup işletildiği, her halinden belliydi.
Çiftliğin yanında, etrafı çitle çevrili aynı ölçülerde birkaç otlak vardı. Birinde ot azaldığında o kısım kapatılıyor, hayvanlar diğer tarafa geçiriliyor ve o kısma su verilerek, tekrar yetişmesi sağlanıyordu.
Mütevazi olan anne babanın yaşları muhtemelen 60 civarında, kızlarının yaşı ise 30 gibiydi. Yaşadıkları yer ve hayatları bize göre çok sıradan olmasına rağmen, gayeleri ülkelerinin refahını üreterek artırmak ve topluma faydalı olmaktı.
O varlık ve imkan bizim insanımızda olsa, bindiği araba ve oturduğu evin lüks olması kesmez, çiftlikte hizmetçiler bile olurdu.
Boşuna dememişler, “onların işleri bizim dinimiz gibi, bizim işlerimiz de onların dinleri gibi” o milletler önce çok çalışarak hak ediyorlar, sonra da hak ettikleri hayatı, dibine kadar yaşıyorlar.
Millet olarak, zihniyetimizi ve ahlakımızı değiştirmediğimiz sürece, Avrupalıların başarılarına hayranlık duymaya devam ederiz.