Umut yoktu sokaklarda fakat manav tezgahının başında Erdoğan vardı.

Yağmurla karın karışık yağdığında da tezgahının başındaydı,

Puslu, soğuk havalarda da tezgahının başındaydı,

Yazın sıcağında da tezgahının başındaydı,

Erdoğan elli yaşlarında, güler yüzlü, Akşehir’in tanınmış yüzlerinden.

Neredeyse otuz yıllık meslek hayatımda iş yerine gelip giderken hep onu tezgahının başında görürdüm.

Onun tezgâhı Akşehir Ticaret ve Sanayi Odası’nın karşısındadır. Artık mevsimine göre bir bakarsınız kasa kasa elmaları, armutları, portakalları, çilekleri, hatta cevizleri sandık sandık Adliye Parkı diğer adı ile Mavi Bahçe duvarı dibinde sergiler.

Onun bu çevrede tanımadığı avukat, berber, otel çalışanı, adliyede çalışanı yok gibidir.

Gelip geçene ismi ile seslenir.

“Ahmet abi!”

“Hüseyin!”

“Mustafa!”

Tanımadığı bilmediği kimse yok gibidir.

Tek bir insan yoktu ya sokaklarda o yine sabahın saat 7:00 sinde Adliye Parkının karşısında oturduğu evinden kasa kasa meyveleri, sebzeleri getirmişti. Pazar sabahıydı. Benim de ancak dinlenebildiğim bir tatil günü. Yoksa her sabah bir işyerinde bir dairede çalışmak. Sabahtan gelip bir tezgâhın başına geçmek.  Koşturmak aşağı yukarı. Masa başı zor iş. Diyeceksin ki “kolay iş var mı?” Hafta içinde çalışan kafasıyla olsun, elleriyle çalışanlar da sürekli bir yorgunluk. Bir Cumartesi günün vardır varsa bir Pazar günün.

Sanırım bu günler hep böyle soğuk sürecek. Erdoğan yine tezgahının başında. Beni uzaktan görür görmez:

“Müdür Bey!” diye seslendi.

Yanına biraz yaklaşıp:

“Efendim!” dedim.

“Müdürüm bir çay içelim!” dedi.

Güldüm:

“Ben söyleyeyim.” dedim.

Israr ediyor, o söyleyecek. Koca yürekli, güler yüzlü, çalışkan insan.

Kar yağıyordu.

Erdoğan ile kar altında parktan söylediğimiz iki bardak çayı içtik.

 Akşehir soğuğu ve karı bazen öyle bir kendisini hissettirir ki soğuk iliklerine işler insanın.

“Erdoğan, diyorum, yaz kış buradasın? Soğukta, karda, kışta, puslu havada. Sabahtan erkenden de bu kasa kasa meyveleri sebzeleri getirmek, burada sergilemek... Zor olmuyor mu?”

Gülüyor:

“Alışkınım müdür bey diyor, Akşehir’in soğuğuna, karına, rüzgarına…Hem bu benim mesleğim, ekmek teknem.”

Kar, tipi, fırtına biraz durur gibi oluyor, tekrar başlıyor, yeniden, sonra tekrar yeniden.

Sığınılacak bir yer varsa o da avukat bürolarının önüdür, Ticaret Odası’nın önü, bira satan bir dükkân önü, belki Elit Otelin önü, parkın içinde kapalı çay ocağı.

Burada teneke bulup içine ateş yakıp da ısınamazsın. Erdoğan alışmıştır soğuya, sıcağa, yağmura, kara, fırtınaya.

Karda soğukta tezgâhın başını bırakıp da gidemezsin. Bir de açlık kendisini hissettirdi mi? Vay haline Erdoğan! Öğle mesai aralarında yine işe geliş gidişlerimde sefer tasını açmış yemeğini yerken görürüm:

“Müdür Bey!” diyerek, ekmeğine, yediği yemeğine “buyur!” eder.

Erdoğan bekler.

Tezgâhın başını bekler ki çorbayı içebilsin.

Beklemek umuttur.

Beklemek sabırdır.

Hani o bekleyişi var ki sadece eve ekmek götürebilmek içindir. Hani ne kazanıyor demeyin, belki tütmeyen bacası var, yol gözleyenleri var, ekmek aş bekleyenleri var.

Dedim ya beklemek umuttur.

Akşehirli Manav Erdoğan hayata, insanlara karşı, umutla, sevgi ile gülümser.