Gün içinde ancak saat altıya doğru evden kaçarcasına çıkabildim. Sıcaklık hâlâ var. Bir alev önce yüzümde, sonra tüm vücudumda. İleride otobüs durağı var. Öyle bir sıcak ki hava! Biri arkamdan bağırıyor. “Müdür Beyyy!” tanıdık biri. Hiç durasım yok. Bir de çok konuşuyor ki! Şimdi dursam bir türlü durmasam bir türlü. Duyumsamazlıktan geldim. Durağa yürüdüm. Durak bomboş. Beklerken gençten bir çocuk, sanırım liseli. “Abi boş yere bekleme!“ dedi. “Neden?” diye sordum. Gençten liseli çocuk gülerek: “Bu durakta minibüs durmuyor, yani durak var duran minibüs yok!” dedi. Yürüdüm. Ardımdan gelen tanıdık o hâlâ bana yetişmeye çalışıyor. Neyse bir taksi geldi, durdurdum. Kendi kendime “iyi güzel, durak var da neden minibüs durmaz, eğer durmayacaksa neden durak yapılır?” kendi kendime sorguluyordum. Taksi şoförü: “Nereye?” diye sordu. “Çarşıya” diyebildim. Çarşıda indim. Çarşı sessiz mi sessizdi. Çarşının ortasında bir köpek havlıyordu. Tam da şehrin ortasında köpekler. Bir ikisi de peşine takıldı. Pazar günü. Dükkânlar kapalı. Açık bir dükkân bulup da içine kapağı atsam. Adımlarımı sıklaştırdım. Hani bunlar kısırlaştırılıyordu, aşılanıyordu. Herhalde bunlar sokak köpeği olmalıydı. Her zaman miskin miskin sokakta uyuyan bu köpeklere ne oldu böyle?! Arkam sıra hızla gelen köpekleri gördüm. Sonra o ata sözü geldi aklıma “havlayan köpek ısırmaz!” diyordum. Ben tabanları öyle bir yağladım ki bu arada açık bulunan kahveden üç dört kişi çıkmıştı ki onlar da köpeklere karşı “Hoşştt! Hoşşttt!” diye sandalyeyi, eline okey ısta kasını alan bir çıktı ki! Siz o demin bana havlayan köpekleri bir görecektiniz. Kaçacak delik aradılar! Bu olaydan sonra köpeklere olan kızgınlığım kahvedekilerin beni kurtarmasından sonra bir kat daha arttı. Bir şişe su, ardından kahveci tarafından ısmarlanan çaydan sonra korkum biraz azalmıştı. Sonra kendi kendime “Her köpek için her ay verilecek 400 TL aklıma geldi…” Hayvan severler bunları sahiplense ya ayrıca bizim mahallede de ona yakın köpek var, mahallemizdeki köpekleri de alsınlar. (-Yalnız Kurban Bayramı sonrası göremiyorum. İnşallah Belediye toplamıştır! Yoksa bir yerlere gidip de dönmesinler. ) Hani bunları da sahiplenecek kimse yok mu diye düşünmeden de edemedim…Köpekler bundan birkaç ay önce beni ısırınca sinirlerim bozulmuş, gazetelere manşet olmuştum. Sonra kendi kendime, “havlayan köpek ısırmaz” dedim, Allah kahretsin! Bu boş bir atasözüydü, ısırıyorlardı.
Sonunda kentin çarşısına geldim. Anıt alanı! Kocaman bir alan. Akşamın saat yedisi olmuş, hâlâ her yer sıcak. Anıt alanı, çiçekler, yeşillik yok denecek kadar az. Ağaçlar var sonradan alana dikilmiş, vazo gibi şeylere yerleştirilmiş, güzel olmamış; beğenmedim. Herkesin bildiği üzere bir şehirde en önemli başlıca unsurlar; Belediye Binası, Güzel bir anıt alanı, çiçekler, ağaçlar, yeşillikler gelir. (Bu benim düşüncem) Estetik bakımdan da önemlidir.
Neyse. Haziran sıcağından bahsediyordum. İnsan bir sinemaya gideyim diye düşünüyor. Şöyle kocaman bir sinema olsun. Anıt alanında önceden olan Akşehir Saray Sineması gibi, beş yüz kişiye yakın salonu, iki yüz kişiye yakın balkonu olan bir sinema. Şöyle güzel bir ses sistemi. Güzel koltuklar. Sinemalar yazın serin olur. Yazları serin bir sinemanın koltuğunda gözlerin beyazperdede bir film seyretmek istersin. Saat: On dokuz otuz. Hava hâlâ çok sıcak. Yürüdüm geçtim. Nereye gitmeli? Gidilecek neresi var? Düşünüyorum! Ne yapmalı? Dinlenilecek ne bir yeşil alan bulabildim, ne de bir sinema?! Bir Haziran ikindisi. Yürüdüm anıt alanından aşağıya doğru. Birazdan hava serinledi. İnsan kalabalığı biraz arttı. Anıt alanından aşağıya, Güvendik Pastanesi’nin önünden yukarı doğru çıkanlar, pastane önünde oturup dondurma alanların, oturup yiyenlerin sayıları arttı.
Şehir günün akşamında haziran sıcağından kurtulabilmişti; yürüdüm anıt alanından aşağıya doğru öylesine. (2024-Akşehir)