Güneş yakıyor. Lotocu da benim arkadaşım. Loto oynadım. Tutacağından değil! Ya tutarsa hesabı! Kaç yıl öncesindeyim. Yıl: 1980. İki bin yirmi üçe kırk üç yıl var. İçimizde birikmiş geçmiş yıllar, anılar. Unuttuğumuzu sandığımız olaylar, bir karşılaşmada bize geçmişi hatırlatır. Gözümüzde geçmiş canlanır. Anılarımız canlanır. Bellek bize geçmişi bugünde tekrar diriltir.
Tam köşeden yukarıya doğru sinemalar caddesinden yürüyerek, film afişlerini, fotoğrafçı vitrinlerindeki fotoğrafları, kitapçılarda yeni çıkan kitapları seyrederek Anıt Alanına doğru çıkacağım. Yan sokaklardan gelen bir arabanın geçmesini bekledim. Tam da karşımda Gündoğar Oteli’nin sahibi her gün olduğu gibi yine karşısında kitapçıdan gazetesini almış dükkânın önünde oturuyordu. Her sabah çevresindeki esnaflardan selam alıp selam verir, herkesin sevdiği bir ağabeyimiz Gündoğar Oteli’nin sahibi: Mustafa GÜNDOĞAR. Milli Mücadelede Akşehir ve Akşehirlilerin Atatürk ile ilgili anılarında “Adım Mustafa Gündoğar, 1918 doğumluyum. 1925 senesinde Atatürk’ü İsmet Paşa okulunun ana mektebinin bahçesine indik ve çıktık, Atatürk geldi merdiven ayağında biz Atatürk’e selam verdik ve aşağıya indik.” şeklinde yaşadığı anılarını paylaşan değerli bir Akşehirli büyüğümüz. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun inşallah. Lâf lâfı açıyor. Atatürk ile Akşehir ile ilgili bu eser de TRT arşivine alınmış bir eserdi. Neyse.
Yıl:1980. Yıllar öncesinde herkesin anıları vardır. Çocukluk anıları, gençlik anıları. Gündoğar Oteli’nin önünden geçerken, rahmetli büyüğümüz, ağabeyimiz Mustafa Gündoğar’ı hatırladım. Sonra Lotocu ağabeyimi. Unuttuğumuz sandığımız bir olay buradan geçerken nasıl da kendisini hatırlatıvermiş, umulmadık anda unuttuğumuzu sandığımız hatıralarımız belleğimiz de canlanıvermişti.
Yukarıda bulunan Anıt Alanına doğru yürüyorum. Köşede leylek amblemli bankanın önünden geçeceğim geçmesine ya yollar asfaltlanacak. Tam kırk üç yıl önce. Yine asfalt! Ayakkabılarım toz içinde kalmıştı. Bankanın önünden karşı yola geçeceğim. Geç geçebilirsen. Yollar ziftli. Yollar toz toprak. Büyük bir silindir makinesi yeni dökülen ziftlerin üzerinde bir aşağı bir yukarı gidip geliyor, Ona yakın işçi. Toz toprak olan ayakkabılarım bu sefer de zifte bulandı. Güneş yakıyor. Sonunda Uğur Sineması’nın film afişlerinin önüne geldim. Şimdi Uğur Sineması’nı bilmeyenler olabilir. İsmet İnönü Endüstri Meslek Lisesi’nin kapısının tam karşısındaydı. Orası da yıkıldı, boş bir alan oldu ya! O zaman şöyle anlatayım, şimdiki Park Otel’i bildiniz mi? Tam da Park Oteli’nin bulunduğu bina. Yanında kuruyemişçi ve Plakçı Metin’in kasetçi dükkânı vardı. Sonra Marangoz, şerit bileme dükkânı olan Suat Ağabeyin dükkânı.
Eski bir arkadaş çıkageldi, Tam kırk üç yıl öncesinden, çok çok gerilerden geçmişten bir arkadaş. Yılını çok iyi hatırlıyorum. Yıl: 1980 yılı. Ticaret Lisesine yazıldım. Ben Ticaret Lisesi’nde okuyacağım diyerek Ticaret Lisesi’nde kalmıştım. Birinci sınıfta benimle biraz okumuştu bu arkadaş. Sınıf başkanıydı. Tam da yıllar önce bana İsmet İnönü Endüstri Meslek Lisesi’nin kapısının önünden seslenmişti. Yine o ses. Yanıma geldi,
“Gel” dedim, “Başkan bir çay içelim, istersen kahve içeriz.”
Yıllar öncesinin sınıf başkanıydı, belleğimde yine kendisinin sınıf başkanı olarak kalmasıydı. Kendisine “Başkan” diyordum.
“Çay içelim” dedim.
Yakın bir kahveye girdik. İki çay söyledim. Ne diyeceğini, ne söyleyeceğini şaşırıyor insan. Düşünsenize kırk üç yıl öncesinden bir arkadaşınız. Sınıf başkanı. Siz Ticaret Lisesi’ni bitirmişsiniz, o ise İsmet İnönü Endüstri Meslek Lisesi’ni. Ben birkaç üniversite bitirmiştim; o da öyle. Öyle bir süre birbirimize baktık. Yıllar öncesinin ne anıları geçti gözümüzün önünden.
“Hatırladın mı?” dedim, “Yıllar önce seninle yine burada Uğur Sineması’nın önünde karşılaşmıştık. Sen “ben sanat okulunda okuyacağım” diyerek, hem sınıf başkanlığını hem de Ticaret Lisesi’nden ayrılmıştın.”
“Öyle oldu” dedi,
Yine öyle, ağır, halim, selim kişiliğinden, efendiliğinden bir şey kaybetmemişti. Kendisi o yıllar Akşehir’in yakın bir köyünden gelip gidiyordu. Kendisine Akşehir Çay Mahallesi’nden ev bakmıştık. Bilmem hatırladı hatırlamadı. O konulardan hiç girmedim, o konulardan bahsetmedim.
Beni bana övdü, yazılarımı okuduğunu, çok beğendiğini söyledi.
Sonra yollarımız ayrıldı; ne ben onu gördüm, ne o beni. Hayat işte! Kırk üç yıl öncesinin bir anısıydı, kırk üç yıl sonra belleğimde nasıl oldu canlandı da yazıya döküldü, anlamadım, kırk üç yıl öncesinden bir esintiydi, geldi ve geçti.